Erdal DALGIÇ'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

 

Erdal'a, Engin'e...

Köroğlu'nu gördüm

Şahlandırıp iradesini Kırat misali

Yalın kılıç davranıp

Dayandı zulüm kapısına

Ve hayali hatıraya çevirerek

Çarpıştı olanca hakikatiyle...

Köroğlu'nu gördüm

Al kanlar içinde vuruşuyordu

Şehitlerin hesabını şehitlerle

Sorarızın eylemindeydi o gece...

Köroğlu'nu gördüm

Hıncında Engin vardı

Ve tarihe

Halkın da bir adaleti olduğunu

Şakağından şafağa sızan

Kanıyla yazıyordu...

Köroğlu'nu gördüm

Kara toprak kadar yaşlı

Bir kızıl karanfil kadar genç

Ve ol sebepten

Kavganın ölümsüz delikanlısıydı...

Köroğlu' nu gördüm

Yanardağ ağzı gibiydi yaraları

Ve anısı

Ateşli nehirlerin şiddetiyle

Nasıl da akıyordu yumruklarımızın içine

Nasıl da yazıyordu zalimin alın yazısını

Patladı ha patlayacak

Kabzasını kavradığımız sabrın kara taşı...

Köroğlu' nu gördüm

Ortasına koymuştu hayatın

O pervasız narasını

Ve çağırıyordu

Omuzlarının üstünde onur

Göğsünde yürek taşıyanları :

" Köroğlu' yum kayaları yararım

Halkın kılıcıyım hakkı ararım

Şahtan, padişahtan hesap sorarım

Uykudan uyanan katılır bana..."

Köroğlu' nu gördüm

Kırklara karışırken

" Yine geleceğim " diyordu

Yine !

Geleceğim...

Ve ellerimle vereceğim

Halkın kanını içmişlerin

Cezasını

Gök ekini biçmişlerin

Cezasını

Enginler'e kastetmişlerin

Cezasını

Ellerimle vermek için

Yine!

Geleceğim...

 

Ümit İlter

 

 

***

 

Ölmeyen İki Ölümsüz

Hasan Selim GÖNEN  Erdal DALGIÇ

 

" Burjuvazi

  katletti içimizden ikimizi

  bu iki ölü ölmeyen iki ölümsüzdür!

  Burjuvazi

  kavgaya davet etti bizi

  davetleri kabülümüzdür!

  Biz nasıl bilirsek hep bir ağızdan gülmesini

  biliriz öylece yaşamasını ölmesini

  hepimiz-birimiz için

  birimiz-hepimiz için..."

Burjuvazi, Erdal Dalgıç ve Hasan Selim Gönen yoldaşlarımızı katletti. Her iki yoldaşımızda, değişik yer ve zamanlarda F Tipi hapishaneler'den tahliye olmuşlardı.

Özgür Tutsak cephesinin birer sıra neferi olarak, tutsaklık koşullarında bulundukları sürece tecritin dayattığı küçülmenin karşısına ufuklarını büyüterek çıktılar. Zamanın ve zulmün sınadığı iradelerini sağlamlaştırdılar. Sabırlarını öfkeyle harmanlamasını bildiler.

122'lerden öğrendiler. Büyük Direnişi'mizin "Bir canım var, Feda olsun halkıma, vatanıma" bilincini, sevgisini, cüretini içselleştirdiler. Tecritin dayattığı ne varsa, hepsine karşı onuru büyütüp umudu savundular. Hücrelerin köhneliğine, çürümüşlüğüne ezdirmediler kendilerini.

Tecrit politikası, devrimciliğin tasfiyesi için uygulansa da, Büyük Direnişimiz'den öğrendikçe Özgür Tutsaklığı içselleştiren Erdal ve Hasan Selimler, tecritin her amacını her anlamda ezip geçiyorlar işte böyle.

Ve değişik zamanlarda, dışarı uğurladık her ikisini de. Birlikte keskinleştirdiğimiz hıncımızı, paylaştığımız adalet hasretini ve beraber kurduğumuz hayallerimizi emanet ettik onlara.

"Biz içerde onurumuzu ezdirmeyiz asla, siz büyütün yoldaşlar umudumuzu dışarda", diyerek uğurladık coşkuyla onları.

Onlar ki, kafalarında ezip geçtiler düzene; ve düzene dair her şeye, dışarı çıkınca da bir tekme atmasını bildiler. Çünkü, sözlerinin eriydiler. BİZ'dendiler. İçerde ve dışarda kim olduklarını unutmadılar. Hayatın gerçeklerine, kavganın ihtiyaçlarına kapamadılar gözlerini.

Onlar, Anadolu'nun iki yiğit delikanlısı, halkın iki kahramanı ve bizim can yoldaşlarımızdılar.

Erdal Dalgıç'tı birinin adı. Yaşı kırk altıydı. Ama "eski tüfek" değil, tarihin filintasıydı. Öyle ki, halkın adaletini kuşanarak dayandı zulmün kapısına.

Hasan Selim Gönen'di diğer yoldaşımızın adı. Yaşı, yirmi dokuz'du. Her daim Dev-Genç’liydi.

Kavgamızın neşeli neferi ve bükülmeyen bileğiydi.

Ve halka ve vatana ve yoldaşlara ve bunların toplamı olarak BİZ'e bağlılığı onur bilenlerdendi her ikisi de. Ve şimdi, yürek denilen şarjöre basıyoruz unutulmaz anıları ve sorulacak olan hesaplarını.

Burjuvazi, katletti içimizden ikimizi. Ama yok edemedi. Bunu asla başaramazlar. Onlar Mahir'in dediğince ölümsüzleştiler:

"... Düşenler geride kalmazlar. Onlar emekçi halkın kalbinde, ruhunda ve bilincinde, devrimin önder ve itici sembolleri olarak yaşarlar. Düşenler devrim için, devrim yolunda vuruşarak düştüler. Kalbimize, ruhumuza ve bilincimize gömüldüler. Onlar kurtuluşa kadar savaş şiarını, devrim yoluna kanları ile yazdılar. Yolumuz bu yolda düşenlerin yoludur." (Mahir Çayan)

Yolumuz, Erdallar'ın yoludur. Safımız, Hasan Selimler'in omuzbaşıdır. Ve hıncımız, şehitlerimizden yadigardır.

Boşuna sevinmesin halk düşmanları. Tarih tanıktır, bir gidip bin gelişimize. Tarih tanıktır, "Bu kaçıncı ölmem" deyişimize. Ve tarih tanık olacaktır bir kez daha, dökülen kanın sorulan hesabına...

Yumruğumuz sıkılı, bilincimiz hınçla dolu ve umudun ezgisiyle, bir kez daha uğurluyoruz şimdi onları: "Hava barut kokuyor, haritam kan içinde/ Söz eylemini bitirmiş, silahın eylemidir şimdi/ Göğsümüzde umudun çapraz fişekliği..."

Erdal ve Hasan Selim'e Bin Selam!..

Özgür Tutsaklar

 

 

 

 

***

 

Erdal'ın Elleri

Gecenin ilerleyen saatleriydi.  Televizyonlarda "İstinye Karakolu'na bombalı saldırı..." altyazısı geçti. Sözü edilen karakol Engin'imizin de işkenceden geçirildiği yerdi. İlk aklımıza gelen Engin'imizin hesabını sorduğumuz oldu. Bize özgü bir duygu bu. Hiçbir hesabımızı mahşere bırakmayacağımızı, hiçbir halk düşmanının  halkın adaletinden kaçamayacağını bilmenin bir sonucu... Ve nerede olursa olsun, "Bizimkiler" diye dökülüverir dudakların arasından. Coşkudur, özlenen, dört gözle beklenendir. Adalete susamış yüreklere serpilen sudur. Sokak ortasında coplanan analarımızın, açlıktan ölen Kübra bebelerin, Enes çocukların, yerlerde saçlarından sürüklenen genç kızlarımızın ahıdır... Büyüdükçe büyüyen acılarımıza bir merhemdir. Kabardıkça kabaran öfkemizin bir yansımasıdır.

Bu sırada televizyonlarda ikinci bir altyazı geçiyor! "İstinye Karakolu'na saldırıyı gerçekleştirenlerden biri yaralı olarak ele geçti..." Yaşadığımız sevince, coşkuya hüzün de katılıyor bu kez.

Merakla ambulans görüntüleri, siren sesleri eşliğinde verilen haberi izlerken neler neler düşündüm bir bilsen. Ve sedye üzerinde sırtüstü yatırılmış yaralı halini ekranda görür görmez tanıdım. "Bu bizim Erdal..."

Ardından sedyenin etrafında koşuşturanlar çoğaldı. Beyaz önlüklülerden birisi ellerini kaldırınca duyduğum soluk sesinle içimdeki dağın kopması bir oldu. Bu haberi dinleyen pek çok yoldaş gibi ben de bu kısacık anda sevinçten hüzne, acıdan isteğin, emeğin, iradenin gücünü görmenin mutluluğunu yaşamaya kadar bir çok duyguyu iç içe yaşadım.

O bir anlık görüntü yetmişti seni tanımama. Ama o ellerin bütün belirsizlikleri ortadan kaldırmaya, kuşkuları silip süpürmeye yetti.

Evet, o sendin! Çünkü yıllar boyu aynı havayı soluduk. Gündüzleri dört duvar arasından baktığımız gökyüzünde geceleri parmaklıklar arasından yıldızları saymaya kalktık. Halay çektiğimiz günler de çok oldu, üzüntüden sessizliğe gömüldüğümüz, birbirimizin damarına bastığımız günler de...

Nasıl tanımam seni? Hele de o ellerini. Aylar boyunca her gün tavşan kanı çay getiren, hastalandığımda alnımın terini silen o elleri nasıl tanımam. O eller ki, şu an karşımda duran fotoğraftaki gibi hala omuzumda. Tahliye olduğunda vedalaşırken olduğu gibi hala mengene gibi ellerimi sıkmakta, kucaklamakta...

Sevgili Erdal, Enginleri'mizin  hesabını soran o ellerin var ya o ellerin, hep ellerimiz olacak inan. Evlerimizi yıkanın villasını yıkacak. Canımızı alanın balyoz gibi tepesine inecek. Ekmeğimizi çalanın boğazını sıkacak. Bu toprakları ekmeğe ve adalete doyuracak...

O hafif (belki de son olan) nefesin mi? And olsun ki onu da bir fırtınaya dönüştüreceğiz. Halk düşmanları hep enselerinde hissedecek.

 

 

***

 

 

 

 

 

Geri